ANADOLU
“Ana doldur!”dan Anadolu’ya… Kadının acı dolu çanağı, Anadolu. Pieta yani acı, tarifi olmayan ancak deneyimlenebilen ve ancak benzer ulviyette empati yetisi olanların algılayacağı, ruhsal bunalım , onulmaz yara. Tarih boyu devinen Anadolu coğrafyasında huysuz, huzursuz , temkinli ve saç ağartan ana, her daim varlık göstermiştir. Emekçi aynı zamanda anne olan kadın , dünyayı yöneten, iktidarları oluşturan, diktatörler yaratan, geçmişten günümüze tüm acıların sebeplerini doğuran kadın, kendi yaratısının ürettiği acıyı da koşulsuz göğsünde yatırır.
Anadolu geçişlerin orta yerinde bir yaşam merkezi olmasından dolayı birçok savaş, devinim, devrim ,değişim görmüş haliyle de acıya çağlar boyunca tanıklık etmiştir. İşte bu acının yaratıcısı ve nasiplenicisi kadın, anaerkil sürecin gücü iken artık metaforik bir anlatım öğesi olmuştur.
Pieta, İsa’nın ölümü üzerine Meryem’in yaşadığı derin acıyı barındıran bir heykel (Michelengelo/ St.Pietro Bazilikası) olarak yapıldığından bu yana birçok sanatsal üretiye tema oluşturmuştur. Aydınlanma çağının devinen beyinlerinin antik çağa ve dini konulara yönelimi esnasında ortaya çıkan Pieta, içeriğinde mutlak ve kesin olarak tinsel öğeler barındırır. Heykel, izleyicileri duygusal bir hizaya sokar ve kadının olması gereken “kutsal anne” temasını zihinlere yerleştirir. Anadolu Pietası’nda ise varolan şey, gerçeğin kendisi, acıdır. Buradaki acı, gerçeklik bakımından kök salacak derecede yere basar. Kuvvetli gerçeklik, yaşanan anı , acıyı ,gözle görünenin hissi çemberinde kalmayı zorunlu kılar.
Anadolu’nun 20.yy‘da içinde bulunduğu devinimli süreç, siyasal yapılanmalar, politik aymazlıklar, yerel değer uyuşmazlıklarının tümünün sonucu olarak ortaya çıkan belirsiz, umutsuz gelecek kaygısı, Anadolu Pietası’ndaki ana figürünün yüzünde acıyla birleşir ve ana, saldığı bu acı ile kendi duygu diktatörlüğünü kurar sujenin üzerinde. Heykelin bütününe yani ana-oğul ikilisine bakıldığında her şey sıradan,aleladedir. Nitekim Anadolu’da hayat aleladedir ve doğaya uyumludur. Aykırı olan ve başkaldıran hakim duygu, acıdır. Bu acı en anaç haliyle verilmiştir. Ananın ak sütü, ak acıya dönüşmüş ve evladını aklamaktadır. Anaerkilin, ataerkil yenilgisinin sonucunda yaşadığı hazin acı, kifayetsiz bakışlarda görülür. Her şey, acı, sıradandır. Ana-oğul, sarsıcı bir sıradanlıkla ve sessizce ölüm-kalım temasını sergiler.
ANADOLU PİETASI (II)
Belki de İbrahim Koç’un yapmak istediği, yere basan, gerçeğe en yakın duyguları vererek insanlığın uyanması gerekliliğini vurgulamaktır. Nasıl olacaktı bu? Heykel bütününde vurgulanan mutlak acı, yüzyıllardır yaşanan mitsel ya da tinsel değil, doğrudan gerçek bir olgudur. Bu bağlamda görünen acı, aslında varolanın zihinde değişimi ile tanrısal ya da dinsel bir temaya dönüşmesine ve ulvilik yüklenerek yani metaforik bir şekil kazanarak “avunma” duygusunun geliştirilmesine karşı çıkar.
Dinlerin doğduğu Mezopotamya’nın hemen yanıbaşında Toroslar’ın orta yerinde varlık oluşturan bu heykel, tam da dünyanın acılarını doğuran dert magmasına yakındı.Şehire, Anadolu’ya atfedilen bu ana-oğul heykelinde, ölümün ardından acı çeken ana, yine kendi türettiği yüceliği, erki yok ediyor ve savunmasızca salt insani duygulara, uzun vadede yenileceğinin haberini veriyordu. Zira bu haber, topluma “mıh” gibi yerleşen iktidar olgusunun fermanıydı. Heykel, devletin ideolojik aygıtlarının kullanım alanlarının etkilediği ve devletin ideolojisinin baskıladığı ya da gerdiği hayatlarda telin koptuğunu, demokrasi dilinin sustuğunu ve eşit hak kavramından yaşamlarca uzak olunduğunu, insanın çaresizliğini ve kendi başınalığını vurguluyor.
Teknik tüm özelliklerin dışında bu heykel, yitirilmişliği simgeliyordu. Aynı zamanda toplumun herhangi bir bireyinin ya da toplumu inşa eden, herhangileştirilen bir annenin bayağılığı üzerinden, güçlü ve ulu bir acı duygusu yayıyordu. Çaresizlik, kabullenilmişlik duygusu, doğada kimi zaman çok sert biçimde ortaya çıksa da insanın duygu habitatında, burada en primitif, insancıl duygular yer almaktadır. Heykel, medeniyetlerin eşiğinde, salınan bir acıyı sembolize eder diyemeyiz ki ananın acısı, sembolleşemeyecek kadar gerçektir. Ne ananın, ne de oğlunun üzerindeki kıyafetler bir şaşayı ya da değerli bir kimliği sergiler. Yalnızca, Anadolu’da yaşayan sıradan bir kadın ile oğludur. Toroslar’da yaşayan bir ana ve oğludur.
Geçmişte yapılan “pieta” yani Meryem ve ölmüş İsa heykellerinde olduğu gibi kendine kilise ya da bir dini mekandan farklı olarak, yine kedisine benzeyenlerin caddesinde, sokağında, meydanında yer bulmuştur.
Acı, değişmez ölümün vazgeçilmez tadıdır, kalanlar için..