31 Ekim 2016 Pazartesi

CONTEMPORARY İSTANBUL 2016

                           

       Türkiye’nin milenyum süreciyle hızla değişen, gelişen çağdaş sanat ortamı,  bu yıl da Contemporary İstanbul ile bir araya gelecek.
       
       Başlangıcından bu yana başarılı bir şekilde amaçladığı misyonu yerine getiren sanat organizasyonunda, ulusal-uluslararası birçok galeri ve sanatçı yer alırken sanatsal üretiler de izleyicisi ve alımlayıcısıyla buluşacak. Çağdaş sanat fuarına tarihsel süreci açısından bakacak olursak, 2006’da ilki düzenlenmiş, ardılında içeriğini zenginleştip, bünyesine yenilikler dahil ederek bugüne kadar varlığını sürdürmüştür. Türk sanatında ‘’ çağdaş ‘’ kavramının yeniden yorumlanmasına, toplumun çağdaş olana bakışının farklı ve farkındalık ilkeleriyle değişime uğramasına katkı sağlamaya devam etmektedir.
     
      Dünya gündemini meşgul eden sorunların, politik-siyasi gelişmelerin insan ve toplum hayatındaki yansımalarını ya da gerçek olandan kaçış isteklerini, sanatsal dışavurumlarla dile getiren seçkin fuar, 3-6 Kasım 2016 tarihlerinde İstanbul Kongre Merkezi ile Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda geniş bir sanatsever kitleyle buluşacak. Contemporary İstanbul’un ana sponsorlarıyla beraber pek çok yurtiçi ve yurtdışı destekçi kuruluşu da,  Türkiye’nin istenilen kültürel prestijine ulaşmasına katkı sağlamaktadır. Fuar kapsamında  özgün temalar, yeni sergileme biçimleri, zenginleştirilmiş seçkiler ve özellikle bir ilk olan ‘’Collectors’ Stories ‘’ projesi sanatseverlere sunulacak.

     
      Contemporary İstanbul, Türkiye’nin bölge ülkeleri arasındaki jeopolitik öneminin sanatta da eşdeğer olduğunu vurgulamak istemektedir. Türk çağdaş sanat ortamındaki gelişmeler, komşularımız ile Körfez Ülkeleri, Orta Doğu hattı ve Ön Asya çağdaş sanat dünyasında yakından takip edilmektedir. Bu durum, uluslararası sanat etkinliklerinin, uluslararası platformda varlık göstermek, anlamak, anlaşılmak ve gelişim sağlamak için en etkin dialog aracı olduğunun altını çizmekle beraber siyasal, finansal ve toplumsal olarak destek verilmesi gerekliliğini ortaya koyar. Sanatın devingenliğini, etkisini gözlemlemek adına görülmesi gereken önemli bir organizasyondur.

10 Temmuz 2015 Cuma

ANADOLU PİETASI

  ANADOLU
“Ana doldur!”dan Anadolu’ya… Kadının acı dolu çanağı, Anadolu. Pieta yani acı, tarifi olmayan ancak deneyimlenebilen ve ancak benzer ulviyette empati yetisi olanların algılayacağı,  ruhsal bunalım , onulmaz yara. Tarih boyu devinen Anadolu coğrafyasında huysuz, huzursuz , temkinli ve saç ağartan ana, her daim varlık göstermiştir. Emekçi aynı zamanda anne olan kadın , dünyayı yöneten, iktidarları oluşturan, diktatörler yaratan, geçmişten günümüze tüm acıların sebeplerini doğuran  kadın,  kendi yaratısının ürettiği acıyı da koşulsuz göğsünde yatırır.

Anadolu geçişlerin orta yerinde bir yaşam merkezi olmasından dolayı birçok savaş, devinim, devrim ,değişim görmüş haliyle de acıya çağlar boyunca tanıklık etmiştir. İşte bu acının yaratıcısı ve nasiplenicisi kadın, anaerkil sürecin gücü iken artık metaforik bir anlatım öğesi olmuştur.

Pieta, İsa’nın ölümü üzerine Meryem’in yaşadığı derin acıyı barındıran bir heykel (Michelengelo/ St.Pietro Bazilikası) olarak yapıldığından bu yana birçok sanatsal üretiye tema oluşturmuştur. Aydınlanma çağının devinen beyinlerinin antik çağa ve dini konulara yönelimi esnasında ortaya çıkan Pieta, içeriğinde mutlak ve kesin olarak tinsel öğeler barındırır. Heykel, izleyicileri duygusal bir hizaya sokar ve kadının olması gereken “kutsal anne” temasını zihinlere yerleştirir. Anadolu Pietası’nda ise varolan şey, gerçeğin kendisi, acıdır. Buradaki acı, gerçeklik bakımından kök salacak derecede yere basar. Kuvvetli gerçeklik, yaşanan anı , acıyı ,gözle görünenin hissi çemberinde kalmayı zorunlu kılar.

Anadolu’nun 20.yy‘da içinde bulunduğu devinimli süreç, siyasal yapılanmalar, politik aymazlıklar, yerel değer uyuşmazlıklarının tümünün sonucu olarak ortaya çıkan belirsiz, umutsuz gelecek kaygısı, Anadolu Pietası’ndaki ana figürünün yüzünde acıyla birleşir ve ana, saldığı bu acı ile kendi duygu diktatörlüğünü kurar sujenin üzerinde. Heykelin bütününe yani ana-oğul ikilisine bakıldığında her şey sıradan,aleladedir. Nitekim Anadolu’da hayat aleladedir ve doğaya uyumludur. Aykırı olan ve başkaldıran hakim duygu, acıdır. Bu acı en anaç haliyle verilmiştir. Ananın ak sütü, ak acıya dönüşmüş ve evladını aklamaktadır. Anaerkilin, ataerkil yenilgisinin sonucunda yaşadığı hazin acı, kifayetsiz bakışlarda görülür. Her şey, acı, sıradandır. Ana-oğul, sarsıcı bir sıradanlıkla ve sessizce ölüm-kalım temasını sergiler.

 ANADOLU PİETASI  (II)

Belki de İbrahim Koç’un yapmak istediği, yere basan, gerçeğe en yakın duyguları vererek insanlığın uyanması gerekliliğini vurgulamaktır. Nasıl olacaktı bu? Heykel bütününde vurgulanan  mutlak acı, yüzyıllardır yaşanan mitsel ya da tinsel değil, doğrudan gerçek bir olgudur. Bu bağlamda görünen acı, aslında varolanın zihinde değişimi ile tanrısal ya da dinsel bir temaya dönüşmesine  ve ulvilik yüklenerek yani metaforik bir şekil kazanarak “avunma” duygusunun geliştirilmesine karşı çıkar.

Dinlerin doğduğu Mezopotamya’nın hemen yanıbaşında  Toroslar’ın orta yerinde varlık oluşturan bu heykel, tam da dünyanın acılarını doğuran dert magmasına yakındı.Şehire, Anadolu’ya atfedilen bu ana-oğul heykelinde, ölümün ardından acı çeken ana, yine kendi türettiği yüceliği, erki yok ediyor ve savunmasızca salt insani duygulara, uzun vadede yenileceğinin haberini veriyordu. Zira bu haber, topluma “mıh” gibi yerleşen iktidar olgusunun fermanıydı. Heykel, devletin ideolojik aygıtlarının kullanım alanlarının etkilediği ve devletin ideolojisinin baskıladığı ya da gerdiği hayatlarda telin koptuğunu, demokrasi dilinin sustuğunu ve eşit hak kavramından yaşamlarca uzak olunduğunu, insanın çaresizliğini ve kendi başınalığını vurguluyor.

Teknik tüm özelliklerin dışında bu heykel, yitirilmişliği simgeliyordu. Aynı zamanda toplumun herhangi bir bireyinin ya da toplumu inşa eden, herhangileştirilen bir annenin bayağılığı üzerinden, güçlü ve ulu bir acı duygusu yayıyordu. Çaresizlik, kabullenilmişlik duygusu, doğada kimi zaman çok sert biçimde ortaya çıksa da insanın duygu habitatında, burada en primitif, insancıl duygular yer almaktadır. Heykel, medeniyetlerin eşiğinde, salınan bir acıyı sembolize eder diyemeyiz ki ananın acısı, sembolleşemeyecek kadar gerçektir. Ne ananın, ne de oğlunun üzerindeki kıyafetler bir şaşayı ya da değerli bir  kimliği sergiler. Yalnızca, Anadolu’da yaşayan sıradan bir kadın ile oğludur. Toroslar’da yaşayan bir ana ve oğludur.

Geçmişte yapılan “pieta” yani Meryem ve ölmüş İsa heykellerinde olduğu gibi kendine kilise ya da bir dini mekandan farklı olarak, yine kedisine benzeyenlerin caddesinde, sokağında, meydanında yer bulmuştur.

Acı, değişmez ölümün vazgeçilmez tadıdır, kalanlar için..

15 Mart 2015 Pazar

İÇ MONOLOGLAR / YEŞİM ŞAHİN 
     
                         Toplumun içsel tartışmalarının heykele indirgenmiş halini, Yeşim Şahin'in bugünlerde C.A.M Galeri 'de sergilenen işlerinde görmek mümkün. Kadın olgusunun , en iyi gözlemcilerinden biri sayılabilecek sanatçı, gündelik hayatın içerisinde kadının tüm konumlarını, güç/erk bağlamındaki hareket noktalarını , ötekinin kadına atıflarını yapıtları üzerinden kendine has bir dille ifade ediyor.
                         Türkiye'nin bilhassa gergin, kadın temelli gündemi doğrultusunda, kemikleşmiş dogmatik zihin formlarının çıkış noktalarına göndermeler yapmaktadır. ''Kadın şiddetin temelidir'' gibi bir algının yıkımı amacıyla inşa edilmiş duruş ile suje için bir yaptırım söz konusudur. Biçimler üzerinden,  zihinsel kod yenilemeye  yönelik yaptırım ile aslında var olan toplumsal sorunların  gerçekliğinin altını çizmektedir. Hemen yanı başımızda kol gezen, tehdit eder anlamlandırmaların kabul edilmesini talep eder. Bu,zorla algıları açma çabası, karşı duruş/haklı duruş düşünüşüyle, için dışa aktarımıdır.
                         ''İç Monologlar'' da, sergilenen üretilerde  var olan imgelerle oluşturulan bütünsel yapının, eksik kalan yönü olan sorgu ile neden-sonuç ilişkilerinin değerlendirilmesi  gerekliliğinin,  dolaylı olarak altı çizilir. Ayrımlamanın, ötekileştirmenin, acizleştirmenin temel kaynağını oluşturan düşün yetisinin esareti ve gücünün yaratacağı ortama ilişkin veriler, bu sergide açığa çıkar.
                         Yeşim Şahin'in sanatçı duyarlılığı ile toplumda ya da ataerkil erk adaylarında, farkındalık  yaratmayı amaçladığı barizdir. Varlığı somutlaştıran düşüncenin, üretiminin ve aktarımının doğru olarak gerçekleşmesinin şartlılığı,  monolog olarak sunulmuştur.